Sayfalar

31 Temmuz 2021 Cumartesi

 İNSANLARA YARDIMIN MÜKAFATI 

Resulullah Efendimiz buyurdu ki;


-"Allâh’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî değildirler, şehîd de değildirler, fakat kıyâmet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîdler imrenerek bakacaklardır."


Ashâb-ı kirâm:

-"Bunlar kimlerdir ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? 

Bize bildir de, biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim yâ Rasûlallâh!" dediler.


Rasûlullah efendimiz bunları şöyle izah etti;


-Bunlar öyle bir dostlardır ki, aralarında ne akrabâlık ne de ticâret ve iş münâsebeti olmaksızın, sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Hal, hatırlarını sorar, ihtiyaçlarında karşılıksız koşarlar. 


Allah İçin, Allah adına sohbet ederler.


Hastalıklarında soluk verir, Can katarlar.

Vallâhi  işte onlar var ya, yüzleri bir nûrdur ve kendileri de nûrdan birer minber üzerindedirler.


İnsanlar (kıyâmet günü) korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzûn oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler buyurdu.


(Ebu Hureyre'den. Sahihi Buhari)

22 Temmuz 2021 Perşembe

DEDİKODU VE İFTARANIN ZARARLARI



Bir zamanlar, yaşlı ve bilge bir öğretmenin kendisine söylediği şeyleri, verdiği öğütleri hiç te beğenmeyen bir öğrencisi varmış. 

Bir gün, yaşlı öğretmenin sözleri ve söyledikleri öğrencisini çok kızdırmış. Çünkü bütün söylediklerinde haklıymış ve öğrencisinin kabul etmekte zorlandığı, görmek istemediği tüm zayıf yönlerini göstermiş ona.

Öğretmenin amacı, diğer tüm öğrencilerine olduğu gibi ona da doğru bilgileri aktarabilmek, yanlışlara sapmasını biraz da olsa engelleyebilmek ve tecrübeleriyle ona yardımcı olmakmış. Ama öğretmenin sözleri, öğrencisine çok ağır gelmiş. 

Tüm söyledikleri onu o kadar kızdırmış ki, bu gerçekleri bir türlü hazmedememiş ve öğretmeninden intikam almaya yemin etmiş.

İlk olarak, onun hiçbir şey bilmediğini, onun yaşlı ve bunak olduğunu, onun yüzüne bakarak söylemiş.

Daha sonra onun hakkında atıp tutmaya başlamış. Gittiği her yerde öğretmeni hakkında yalanlar söylüyor, çirkin hikayeler uyduruyormuş. 

Kötü konuşmalarıyla ve dedikodularıyla insanların öğretmene sırt çevirmesine neden olmuş ve insanların ona saygısını kaybettirmek için çok uğraşmış. 

Sonunda bir gün, kendi kardeşine okulda büyük bir iftira atılmış. Doğru olmadığını bildiği bu gerçek karşısında çok mutsuz olmuş. 

Öğretmeni için söylediği bütün o yalanlar, iftiralar, dedikodular aklına gelmiş. Ve yaptıklarında çok pişman olmuş.

En sonunda göz yaşları içinde öğretmeninin evine af dilemeye gitmiş. 

Hakkınızda bir çok yalan söyledim, gerçekleri çarpıttım. Herkesi size düşman ettim. Hatamı anladım ve vicdan azabı çekiyorum. Lütfen beni affedin demiş.

Öğretmen önce uzun süre ona yanıt vermemiş. Derin derin düşünmüş, sonunda evet seni affederim, fakat önce benim için bir şey yapmalısın demiş.

 Ne yapmamı istiyorsunuz? demiş öğrencisi biraz şaşırarak.

Birlikte yukarı çatı katına çıkalım, orada sana göstereceğim demiş gözlerinin içine bakarak. Yalnız önce odamdan bir şey almam gerekiyor.


Öğretmen odasından döndüğünde, koltuğunun altında büyük bir kuştüyü yastık varmış.

Zavallı öğrenci, gittikçe artan merakını saklamak, yastığın ne işe yarayacağını ve çatıya neden çıktıklarını sormamak için kendini güç tutuyormuş. Buna rağmen sessiz kalmış.

Nefesleri kesilmiş halde sonunda en üst kata varmışlar. Hafifçe rüzgar esiyormuş. Çatı katından, şehrin ötesinde uzaklara doğru yayılan uçsuz bucaksız araziyi görebiliyorlarmış.

Öğretmen aniden hiçbir şey söylemeden, yastığın kılıfını yırtarak bütün tüylerini boşaltmış.

Rüzgar hafifçe esmiş, tüylerin hepsi dağılmış ve onları her tarafa taşımış. Diğer çatıların üstüne, sokaklara, arabaların altına, ağaçların üstüne, çocukların oynadığı arka bahçelere, hatta otoyola ve durmadan daha uzaklara, kim bilir nerelere.

Öğretmen ve öğrencisi, tüylerin uçuşarak dağılmasını bir müddet izlemişler. 

Nihayet öğretmen öğrencisine dönerek, Şimdi gidip bütün o tüyleri benim için toplamanı istiyorum demiş.

Bütün tüyleri toplamak mı? diye yutkunmuş öğrenci. Fakat bu imkansız!

Evet biliyorum, demiş öğretmen. O tüyler aynı senin benim hakkımda söylediğin yalanlar gibi. Bir kere başlatınca bir daha durduramazsın, pişman olsan bile. Belki birkaç kişiye benim hakkımda söylediklerinin yalan olduğunu anlatabilirsin, dedikodu rüzgarı artık onları her yere taşıdı bir kere. Tek bir kibriti üfleyerek söndürebilirsin, fakat tek bir kibritin başlattığı koca orman yangınını bir üflemeyle söndüremezsin!


Kıssadan hisse, İster özel hayatınız ister iş hayatınızda olsun, hiç kimsenin arkasından konuşmayın. Hele hele doğru olmayan şeylere, iftiralara, yalanlara, dolanlara hiç tenezzül etmeyin. Gün gelir aynı şeyler size de yapılabilir. 

Gün gelir, o kişilerle yolunuz kesişir birlikte çalışmanız gerekebilir. Gün gelir, kişi sizin amiriniz veya müşteriniz olabilir. Her şeyden önemlisi, gün gelir insan olduğunuzu hatırlar, pişman olabilirsiniz yaptıklarınızdan. 

Ama geriye dönüşü olmayan tek yönlü bir yoldur bu pişmanlık faydasızdır artık.

12 Temmuz 2021 Pazartesi

AÇ KALAN KOMŞU

 Komşumuz Hanife Teyze sekiz aydır konuya komşuya 

-“Bayat ekmeğiniz var mı? Varsa verin de kuşlar cama geliyor ıslayıp veriyorum” diyordu. Çok da zayıflamıştı. 

Kirada oturduğu bu evin rutubetini, "ucuz olduğu için çekiyorum” diyordu.

Eşinden dul maaşı alıyordu. Gülen, şaka yapan Hanife teyze gitmiş, yerine suskun düşünceli Hanife teyze gelmişti. 

Annem dolma yapmıştı. Bir tabak dolma uzatarak; Hadi götür Hanife teyzene de sıcak sıcak yesin dedi. Hanife teyzenin zilini çaldım.

75 yaşındaydı. Yavaş yavaş gelerek; 

-"Kim o? dedi. Ben 

-"Zeynep Hanife teyze!" dedim.

-"Tamam, açıyorum kızım." dedi. Annem dolma yolladı dedim. Elimden aldı, yüzüme baktı, yutkundu. Allah razı olsun. Ben de yemek yiyecektim. Şimdi yerim dedi. Hanife teyze annem tabağı istedi Hanife teyze kapıyı kapatmayı bıraktı mutfağa yöneldi. İçeriye baktım. Oturma odası karanlıktı. Işığı yaktım. Masanın üstünde bir bardak su ve ıslatılmış ekmekler tabağa doğranmıştı. Hemen kapının önüne çıktım. Hanife teyze tabağı uzattı. 

-"İki cihanda aziz olun evladım." dedi. Sağ ol dedim…

Eve geldiğimde annem 

-"Ne o ne oldu? Suratından düşen bin parça!" dedi. Anne, Hanife teyze tabağa bayat ekmekleri doğramıştı yiyordu dedim. 

-"Olur mu kızım? Baban da emekli, O da eşinden baban kadar emekli maaşı alıyor. Sen yanlış görmüşsündür, kuşlar içindir o. Biz geçiniyorsak ki 3 kişiyiz, o tek başına hayli hayli geçinir.

Ertesi akşam anneme ne pişirdiğini sordum, etli kuru fasulye olduğunu öğrendim. 

İçimi bir kurt kemiriyordu. 

Akşam yemeğine oturmadan Anne Hanife teyzeye de bir tabak götüreyim mi? Annem; Kuru fasulye bir tanem. Götür de, güzel bir şey değil Olsun hadi ver götüreyim Sıcak tabağı elime aldım.

Hanife teyzenin sesi: 

Kim o? Ben Zeynep Kapıyı açtı gülümseyerek, yüzüme baktı. Annem kuru fasulye yolladı bilmem sever misiniz? Nimeti ayırt etmem tabii ki severim. Allah razı olsun Ha unutmadan annem tabağı istiyor Hanife teyze mutfak yoluna yönelir yönelmez, ben doğru içeri. Masanın üstünde bir bardak su, ıslak ekmeklerin konduğu yarısı yenmiş tabak ve annemin bir gün önce verdiği dolmadan 4 tane. Soracaktım, sormalıydım. İçim içimi kemiriyordu. Hanife teyze beni kapıda göremeyince içeriye yanıma geldi. Sanki Sor der gibi yüzüme bakıyordu ve sordum. 

Bu ıslak ekmekleri sen mi yiyorsun? Hani kuşlara verecektin? Buğulu mavi gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.

Üzmüş müydüm anlayamadım daha 15 yaşındaydım. Ama ağlatmıştım. Evet, ben yiyorum canım kızım. Benim bir oğlum birde kızım var. Burada değiller. Başka ildeler. İkisi de çalışıyor. Araba alacaklarmış. Bana kredi çektirdiler. Aldığım para ancak kiraya elektrik ve suya gidiyor. Üç beş kuruş ya kalıyor ya kalmıyor elimde. Ben de ekmek isteyemedim. Kol kırılır yen içinde kalır. Böyle biliriz. 3 yıl böyle idare edeceğim. Kimseye söyleme emi dedi. Bu sefer benim gözlerim yaşardı. Tabağı aldım, kapıdan çıkarken arkamdan Kimseye söyleme güzel kız diye bağırıyordu. Eve geldiğimde bağıra bağıra ağlıyordum. Annem şaşırmış, Ne oldu kızım biri bir şey mi söyledi? dedi.

Olanı anneme anlattım, o da çok üzüldü.

Böyle vicdansız evlat olmayacağım anneciğim dedim. 3 yıl boyunca tüm mahalle Hanife teyzeye kimimiz sabah kahvaltılıkları götürüyor, kimimiz öğlen yemekleri kimimizse akşam yemekleri.

2 ay önce kaybettik. Hastayken okul çıkışı yanına uğramıştım. Bana; İyi kalpli meleğim sen mi geldin? Şükür borç bitti dedi. Artık rahat edersin Hanife teyzem” dedim. Evet, senin sayende sıkıntısız ekmek düşünmeden 

3 yıl geçti.

Rabbim seni korusun dedi. 2 gün sonra vefat etmiş. Çok üzüldüm. Bizim halkımız dilenemez, isteyemeyiz.

Aç kalırız söyleyemeyiz. Belki bu yazıyı okudunuz ve gözyaşlarınızı tutamadınız.

Lütfen etrafınızdaki, çevrenizdeki halini aç mı tok mu bilmediğiniz belki önemseyemediğiniz insanların halini hatırını sorun.

Komşunuzu ziyaret edin. Çok kısa bir süre için bu dünyadayız. Herkes herkese karşı sorumlu, unutmayın

DUA AYNI AMA AĞIZ FARKLI

 💚Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruh) hazretlerinden:💚


Fakirin biri, bir ağaç dibinde gölgelenmekte olan Hz. Ali (r.a.) ye gelir, ihtiyaçlarını arz eder:


Çoluk-çocuk sıkıntı içindeyim, ne olur bana biraz yardımda bulunun, der.


Hz. Ali (r.a.) hemen yerden bir avuç kum alır, üzerine okumaya başlar. 

Sonra da avucunu açar ki, kum tanecikleri altın külçeleri hâline gelmiş...


“Al, der fakire ihtiyacını karşıla!


Fakirin gözleri yerlerinden fırlayacak gibi olur:


“ALLAH  aşkına söyle yâEmîre'l-mü'minîn! 

Ne okudun da kum tanecikleri altın oluverdi? der. 


Hz. Ali (r.a.) anlatır:

“Kur'ân-ı Kerîm, Fâtiha sûresine gizlenmiştir. Bende Kur'an-ı Kerîm'i okudum, yani Fâtiha sûresini okudum bu kumlara...


Bunu öğrenen fakir durur mu? 

O da bir avuç kum alır ve başlar okumaya. 

Okur, okur, okur... 

Ama kumlarda bir değişiklik yoktur. 

Altın filan olmuyor, aynen duruyor.

Tekrar gelir ve İmam Ali kerremallâhü vechehû hazretlerine:


Ben de okudum, ama birşey değişmiyor; kumlar altın olmuyor, der. 

Emîrü'l- Mü'mînin Hz. Ali (r.a.) boynunu büker, mahcup bir edâ ile cevap verir:


Ne yapayım, der. 

Duâ aynı duâ; ama, okuyan ağız aynı değildir.

Duâ tamam; lâkin, okuyanın ihlâsı ve teveccühü tamam değildir..


İşte bütün mesele buradadır. 

Okuyanın ihlâsında ve teveccühünde... Aynı duâ; aynı îman, aynı İhlâs ve aynı teveccühle okunacak ki, aynı netice elde edilebilsin.


Rabbim kabul edeceği hayırlı dualar düşürsün dilimize inşaAllah âmin...

11 Temmuz 2021 Pazar

 HZ. SÜLEYMAN’IN ÖLÜMÜ 

Hz. Süleyman'ın İbret Dolu Ölümü

Kur’an-ı Kerim’de ölümünden bahsedilen tek peygamber Süleyman aleyhisselamdır. 

Hz. Süleyman insanlara ve cinlere hükmeden, rüzgarlardan bir ordusu olan ve istediği zaman istediği yerde bulunabilen bir peygamberdi. Ona bu özellikleri veren Cenabı Haktı.

Hz. Süleyman’ın sahip olduğu kudret Kur’an’da şöyle beyan edilmiştir. 

"(Bu cinler, Süleyman’ın isteğine göre mabedler veya kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar, sağlam yerinden kalkmaz kazanlar yaparlardı."

(Sebe Suresi 13)

Bu kadar güç ve kudrete sahip olan bir Peygamberin ölümü derslerle doludur.

Kuran'ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:

"Mukadder ölümüne hükmettiğimiz zaman da sopasını yiyen kurttan başka hiçbir mahluk, öldüğünü bildirmedi onlara. Yere yıkılınca anlaşıldı ki Cinler, gizli olan şeyleri bilselerdi aşağılatıcı azap içinde kalıp durmazlardı."

(Sebe Suresi 14 )

Evet Ölüm meleği Hz. Süleyman’a geldiğinde oturmasına bile izin vermedi. Ayaktayken onun canını aldı ve bir anda her şey bitti. Allah’ın takdiriyle bu cansız beden bir asaya dayanarak ayakta kalmıştı. Derken bir kurdun Asayı yemeye başlamasıyla asa kırıldı ve Hz. Süleyman’ın cansız bedeni yere düştü. 

Ancak bu şekilde oradakiler onun öldüğünü anladı. Bu azametli saltanatın sona erişi küçücük bir kurdun vesilesiyle oldu.

Yüz yirmi dört bin Peygamber arasından, ağızları açık bırakan saltanata sahip olan 

Hz. Süleyman’ın ölümünün seçilip Kuran’da yer verilmesi biz faniler için nasihat edici değil mi?

İnsanlar ne kadar güç ve saltanata sahip olursa olsun, Hz. Süleyman’ın saltanatının yanında hiç kalır. O halde geçici dünya için bu kadar hırs ve heves niye?

Kıssadan hisse ile

Bugün salgına sebep olan virüsün azgın nefislerimize ibret veren yönleri yok mu sizce? Ne dersiniz?

10 Temmuz 2021 Cumartesi

 İNSAN İNSANA İYİ GELMELİ


Evin içinde olan huzursuzluklar her zaman dışardan gelmez. Dışardan gelende karıştırır. 


Bir adam başka bir adama, -"Nerede çalışıyorsun diye sordu?"

-"O da cevaben filan yerde dedi."

-"Sana ayda ne kadar veriyor?" dedi.

-"5000" dedi.

-"O da sadece 5000 mi?" -"Geçimini nasıl sağlıyorsun sen?"

-"İşverenin senin gibi emektar insanları hak etmiyor!" dedi.

Bunun üzerine işinden soğudu ve patronundan kendisine daha fazla vermesini istedi ve böylece aralarında sorun oldu.

 Sonuç adam işinden oldu ve şu anda işsiz.


Buna benzer bir hadise daha aktarayım.

Doğum yapan bir kadına birisi dedi ki:

-"Kocan doğum hediyesi olarak sana ne aldı?"

O da cevaben: 

-"Bana hiçbir şey almadı." dedi.

Soran kadın: 

-"Bu onun yaptığı akla mantığa sığar mı? Onun nezdinde hiç mi değerin yok?" dedi. O bombayı attı ve yürüdü.

💣💣💣💣 

Kocası öğlen eve geldi ve onu yüzü asık ve kızgın buldu ve bunun üzerine kavga ettiler, bir birlerine ağır sözler söylediler ve Sonuç...

Tahmin ediyorsunuz herhalde boşandılar.


Peki sorun nerede başladı ?  

Bir kadının söylediklerinden 

(bu en yakının bile olabilir başkalarının dolduruşuna gelme).


Bir örnek daha

Huzur içinde ve kafası rahat bir babaya birisi şöyle bir soru sorar: 

-"Oğlunuz neden sizi bu kadar sık ziyaret etmiyor?"

Gerçekten içinde bulunduğu şartların buna izin vermediğine mi inanıyosunuz ? 


Sonuç

Babanın kalbi huzursuz olup, oğluna karşı beslediği temiz ve güven dolu duygular azalıp içinde oğluna karşı kuruntuları oldu.


Şüphesiz bu adam şeytani bir dille yaklaşıyor.


Görünüşte günlük hayatımızda tekrarlanan bazı sorular, bize çok masum olarak görülebilir, ancak öyle değildir.


Bunu neden satın almadın?

Neden sende yok?

Bu hayata ya da bu kişiye nasıl katlanıyorsun? 

Buna nasıl izin veriyorsun?


Bu tür soruları sonucunda ne olacağından habersiz, yada boş bi anımıza denk gelerek soruyoruz." 


Ancak bu soruların ne sonuçlar doğuracağını veyahut kişinin içine ne kuruntular düşüreceğini bilmeden soruyoruz...


Bundan çıkarmamız gereken sonuç: "Sakın farkında olmadan bozgunculuk yapanlardan olma."


Nasihat

İnsanların evlerine kör girin ve oradan yine dilsiz çıkın...

*Başkasının hayatını mahvetme...

Dost olan sıkıntı anlatılınca nasihat edendir. Kışkırtanları dost edinmeyin.  Sadece selamlaşın, sıkıntılarınızı anlatmayın. 

 HER GÜN İSTENEN 8 ŞEY 

Tefekkür etmek lazım...


İmam-ı Şafiî Hazretleri bir sabah namazdan sonra evine dönerken yolda birine rastlar.

Adam önce selâm verir, iyi dilek ve duâda bulunduktan sonra da “Hayırlı sabahlar” manasında “Nasıl sabahladın?” der. İmam nasıl sabahladığını şöyle anlatır:

“Sekiz tane şeyin benden istendiğini düşünerek sabahladım!”

Adam şaşırır: “Ey imam, kim sizden 8 tane şey isteyebilir? Sizin kimseyle takışık bir işiniz yoktur ki?” 

İmam tebessüm ederek meseleyi açar:

“Bak, benden her sabah kimler neler istiyor?” der ve şöyle izah eder:

1- Rabbim benden farzını istiyor.

2- Resulullah (Aleyhisselam)) benden sünnetini istiyor.

3- Aile, çoluk çocuk günlük masrafını istiyor.

4- Nefis kendine tabi olmamı istiyor.

5- Şeytan arkasından gitmemi istiyor.

6- Kiramen kâtibin melekleri iyi şey yazdırmamı istiyor.

7- Geçen günler ihtiyarlanmamı istiyor.

8- Son olarak da Hazreti Azrail Aleyhisselam  hazır olmamı istiyor.

İşte ben bütün bu isteklerin muhatabı olarak sabahlamış bulunuyorum. 

Her sabah bu sualler cevap bekliyor.”

İmam-ı Şafiî’yi dinleyen adam düşünmeye başlar. Bir kaç saniyelik tefekkürden sonra sorar:

“Ya imam, bu saydığın şeyler sadece senden mi isteniyor yoksa benden de isteniyor mu?” İmam tebessüm eder:

“Orasını ben diyemem, sen düşün!”

Adam başını aşağı eğer, söylenerek devam eder:

“Meğer her sabah benden neler isteniyormuş da haberim yokmuş. Ben de düşünmeliyim bunları!”


Ne dersiniz, sizden de böyle 8 şey isteniyor mu?     İyi Düşünmek Gerek !

Selam ve Dua ile